16 Kasım 2013

Hayat Bilgisi

Yıllar evvel gittiğim bir iş görüşmesi, 10 aylık işsizliğin verdiği tedirginlik ve art arda gelen soruların gerginliğiyle ilerlerken, mülakatı yapan kadının “Bir önceki işinizden ayrılma nedeniniz neydi?” sorusuyla nispeten rahatlamıştım. Çünkü bir kere bu soru, cevabını bildiğim bir soruydu, ayrıca sorulacağını da bildiğim için önceden cümlelerim hazırdı. Bu hazırlığı bir önceki gece, teklemeden ve kendimden emin bir ses tonuyla konuşarak karşı tarafta bir güven hissi yaratabilmek için yapmıştım. “Kendinizi beş yıl sonra nerede görüyorsunuz?”, “Sizce sizi neden işe alalım?”, “En tiksindiğiniz 10 özelliğinizi özgüveninizi kaybetmeden sıralayabilir misiniz?” gibi sorular, firmaya ve ortama göre değişen sorulardı ve beni, gole ihtiyacı olduğu için tüm hatlarıyla rakip yarı sahadayken birden kontraatak yiyen takıma çeviriyordu. Bu atakları savuşturmak benim için fazladan efor sarfetmek olduğundan savuşturana kadar ter içinde kalıyordum. Klimaya rağmen geldiğim bu ıslak durum o ana kadar bürünmeye çalıştığım ortamların rahat adamı havasını yerle bir ediyor, sırtımı terli gömlekten ayırabilmek için garip hareketler yapmama neden oluyordu.. İşte tam bu anda gelen soru bana durumu toparlama şansı vermişti. Bir haber spikeri edasıyla yaptığım ve işten ayrılmama neden olan, yoğun iş temposu, uykusuzluk, mobbing, stres gibi gerekçeleri sıraladığım tiradım, işe yeni başlamış boş boğaz bir insan kaynakları elemanının sorusuyla dağıldı: “Peki neden bu krizi bir fırsata çevirmeyi düşünmediniz?”

Krizleri fırsata dönüştürmek bize daha önce hiç öğretilmemişti. Belki istense hayat bilgisi dersinin müfredatına eklenerek, hayata dair bilgiler içeren yararlı bir ders elde edebilirlerdi. Ama bunun yerine kırmızı ışıkta durmamız gerektiğine yönelik üniteler mevcuttu. Okula gitmeyen çocuklar bugün kırmızı ışığı bir fırsata çevirip duran arabaların camlarını silerek gelir elde ediyor. İşte biz bunları hiç öğrenemedik. Mesela sıra arkadaşım Mahmut pek öyle krizleri fırsata çevirebilen biri değildi. Dönem başında aldığı defterleri yılsonuna kadar idareli bir şekilde kullanmak zorundaydı. Bu yüzden bir defteri bitirip de yazacak yeri kalmadığında, daha önce yazdığı sayfalardan birini silgiyle tamamen siler ve yazmaya kaldığı yerden devam ederdi. Belki şartları sonuna kadar zorlayacak bir iradeye sahipti ama maalesef krizi ancak bir sayfa sonrasına erteleyebiliyordu. Sonra yine silgiye kuvvet girişiyordu. Hatta bu işlem esnasında ortaya çıkan silgi artıklarını tekrar birleştirerek geri dönüşümlü silgi yapmaya da çalışmıştı ama istediği randımanı alamamıştı. Ha keza diğer bir arkadaşım Sönmez de haftasonları babasıyla pazarda dolmalık biber sattığı için, işten güçten fırsat bulup da fırsatçılık yapamıyordu. Krizin fırsata çevrilmesi, yağların kasa çevrilmesi kadar mantıksızdı onlar için.

Ne acıdır ki krizlerden fırsat üretmek, ailemin de gelenekleri arasında yoktu. Odaları da gelirimiz kadar dar olan evimiz deniz görmüyordu, sobayla ısınıyordu ve zaten krize yürüyerek 5 dakika mesafedeydi. Bu duumdan kazançla çıkacağımıza dair umutlarımız, doğum günümü ilk kez kutlayacağımız akşam fiilen sona erdi.

Normalde pasta kesme eylemi bizim için yalnızca düğünlere has bir eylemdi. Evin çocuğunun doğum gününde yaş pasta üzerindeki mumu üflediği görüntüler çoğunlukla televizyon ekranlarında denk geldiğimiz bir görüntüydü. E tabi televizyon da başka bir âlemde yaşayan insanları anlattığı için bu tarz adetleri hiç üstümüze almazdık. Yine de annem, şu ölümlü dünyada bizim de bir partimiz olsun demiş olacak ki bir hovardalık yapıp bana bir doğum günü kutlaması organize etmeye karar vermişti. Hemen hazırlıklara girişildi. O gün evde değişik bir şey yapacak olmanın getirdiği heyecanı hala çok net hatırlıyorum.

Doğum günüm için yapılan hazırlıklar pek görkemli sayılmazdı. Bakkaldan alınan kola, yıllardır vitrinde bekleyen şekilli bardaklara konmuştu. Elmalar kabuğundan ve çekirdeğinden ayrılmış ve löp löp yutulacak şekilde kesilmişti. Portakal ise her zamankinden farklı olacak şekilde yuvarlak dilimler halinde doğranmış ve yer soframıza modern bir hava katmıştı. Bu türden çılgın bir hareketi ancak yılbaşı kutlamalarında yapardık. Ancak sofranın asıl yıldızı annemin yaptığı kocaman bir tepsi “sadeli kek”ti. Aile bütçesini sarsacağı gerekçesiyle yaş pastanın adı dahi anılmamıştı. Ama kek de çekirdek ailemize nadiren uğrayan bir hamur işi olduğu için bizi fazlasıyla tatmin etmişti. Mevsim sonbahar olduğu için dışarıda yağmur atıştırıyordu ve yağmurun sesiyle kolanın bardağa dökülürken çıkardığı sesin uyumu gecemize renk katıyordu. Ancak bir süre sonra yağmur işi abarttı ve olanca gücüyle yağmaya başladı. Fırsata çeviremediğimiz krizin ilk işareti balkon kapısının altından içeri giren yağmur suyuydu. Anında teyakkuza geçildi ve annem kapı aralığına bir bez yerleştirdi. Fakat yağmur durmuyordu. Bir süre sonra camlardan içeri sızmaya başladı. Yerdeki keki unutmuş oraya buraya bez yetiştiriyorduk. En son banyodaki kovayı da tavandan damlayan suyun altına koyduğumuzu hatırlıyorum.


İşte o iş görüşmesinden çıktıktan sonra bu olay aklıma geldi. O gün eve giren suya baraj kurup elektirik enerjisi üretecek değildik. Krizden fırsat üreten kişi dendiğinde de aklıma hala stokçuluk yapan üçkâğıtçı esnaf gelir ama onların da nesli tükendi. Zaten bu soru karşısında yapmam gereken şey de, soruyu soran dingilin boğazını iki elimle sıkıp: “Ulan pezevenk, şimdi nefesini keseceğim, götün yiyosa fırsata çevir bakalım bu krizi” deyip güvenlik eşliğinde şirketten atılmaktı ama olur de belki işe alırlar diye yapamadım.  Kibarca iyi günler deyip binadan ayrıldım ve ilk iş olarak terlememde büyük katkıları olan kravatımı çıkarıp cebime soktum. Ferahlık, sessizlik ve huzur güzel şeylerdi.

3 yorum: